Kenarda Yaşam

Last Sipahi isimli şahsın deli ama bir o kadar da enteresan beyninden dökülenler. Paylaşmak güzeldir, özellikle ucunda ölüm varsa.




Malum, adamlar bunu refere ettiler ve çoğunluk oyu ile kabul gördü. Bundan sonra camilere minare yapılamayacak. Bunun yanlış ve Avrupa'nın "Özgürlükçü" düşünce tarzına uymadığı bir gerçek. Bir yazarımızın da dediği gibi: "Biz eleştirince hakaret oluyor, onlar anamıza sövünce düşünce özgürlüğü oluyor!".

Bu düşünceler ile İsviçre'de yaşayan bir arkadaşımla konuşuyordum. Yasağın faşistçe olduğunu söylediğimde şu tarihlik cevabı aldım :

"Biz en azından binalara ek yapılmasını yasakladık, siz ülkenizde insanların inançları yüzünden örtünmelerini bile yasaklıyorsunuz. İsviçre'de liselerde yada üniversitelerde baş örtüsü yasağı yok! Bu konuda islam ülkeleri arasında söz söyleme sırası en son ülkenizdedir bence."

Eh, bana da diyecek pek bir şey kalmadı...

1. Walkman : Sony 50'lerde başladığı radyoları küçültme işine son noktayı bu cihaz ile koymuştu. Farkında olmadan müzik endüstrisini ve dünyayı değiştirdiler...
2. PSP : İsmi de cismi de dahiyane bir şey olan play station serisinin taşınabilir, ele gelebilir olanı... PS2'den daha pahalı, PS3'den daha çok satıyor.


3. Melon Soda : Japonya seyahatimde bundan daha lezzetli bir şey içmedim. Harika bir tadı var! Bu listeye girmeyi hak ediyor :)



Bu kaçıncı bilmiyorum ama CNN sürekli bunu yapıyor. Teknik bir hata sonucu Ülkemizin güney doğusunu yine Kürdistan olarak gösterdiler televizyonda. ABD'da yaşayan Türklerin yoğun protestosu sonucu geri adım atıp özür dilediler ve bunun bir teknik hatadan kaynaklandığını söylediler.

Ben de diyorum ki teknik hata öyle olmaz, böyle olur....


Bu kaçıncı yahu ? KJ, dijital resim veritabanını güncellemek ne kadar zor olabilir ki ? Bu kadar çok " teknik " hata yapmak CNN'e yakışıyor mu ? Teknij değil de politik bir mesaj göndermek isteniyorsa o zaman işte mesajın babası, buyrun.

Bu türkü toplumsa barışa ve laik düzene karşı bilinçli olarak üretilmiş sanki.

Al Fadimem, Bal Fadimem,
Yanakları Gül Fadimem
Uyan Uyan, sabah oldu
Kalk namazın kıl Fadimem

Bu türkü laik düzene karşı tehdit oluşturduğu için yasaklanmalı. Resmen insanlara zorla islami ayin yaptırmak amaçlı söylenmiş bir türkü. Olmaz, yasaklanmalı ve türküyü bilen insanlara da zorla unutturmalı. Karşı gelenlere 24 saat Ajdar'lı işkence yapılmalı.


Mayıs ayında en sonunda kırılamayan PSP 3000 serisi 5.03 versyionunaki bir açık ile kırıldı. Kırıcı grup ilk olarak evyapımı (homebrew) uygulamaları çalıştırmanın yolunu açtılar. Ardından da kendi CFW (custom firmware)'lerini yapıp PSP'de istediğimiz gibi at koşturabileceğimiz bir ortam sundular.

5.03 GenA FW diğerlerinden biraz farklı. İlk olarak dosyalar flash yerine ram üzerinde tutuluyor. Yani makineyi kapatıp açınca CFW'de uçup gidiyor. Bu aslında dezavantaj gibi görünebilir fakat adamlar bu sayede PSP'nin brick olma olasılığını ortadan kaldırmış oluyor. İstenirse flash'a da yazılabilir bu CFW ama adamlar kesinlikle önermiyoruz diyorlar.

Geliştirici grup artık geliştirmeyi bıraktı, yani güncelleme beklemek şu anda beyhude. Şuanki hali ile yeterince iyi zaten, bazı güzel özellikleri de yok değil. Mesela pops yüklemek gerekmiyor. 5.03 GenA zaten içinde pops yüklü olarak geliyor. PSX oyunları direk çalıştırabiliyoruz.

Gelelim kurulumuna :

  • İlk olarak şu adresten ChickenHen R2 isimli dosyaları alıp PSP memory stick içindeki picture yada photo klasörüne atıyoruz.
  • Daha sonra PSP üzerinden bu attığımız resimleri açmaya çalışıyoruz.
  • Resim üzerine gelince ekran yeşile dönüyor ve PSP kendini baştan başlatıyor.
  • Bu adresteki 5.03 GenA kurulum programını indiriyoruz.
  • PSP'yi USB'den bilgisayara bağlıyoruz ve bu program ile CFW'i kuracak yazılımı PSP içine aktarıyoruz.
  • Son olarak PSP game kategorisindeki Installer programını çalıştırıyoruz. Sol yada sağ tuşa basıyoruz. İşlem bitince de O tuşuyla yeniden başlatıyoruz PSP'yi.
İnsanların büyük çoğunluğunda ChickenHen yapma işinde sıkıntı çıkıyor. Bu açık zaten haybeden bulunmuş bir şey olduğu için herzaman çalışmıyor. Şunlara dikkat etmek lazım.
  • Öncelikle tema yada duvar kağıdı varsa bunu kaldırmak, yada en temizinden makineyi fabrika ayarların döndürmek gerekiyor.
  • Daha sonra memory stick'i formatlamak gerekiyor.
  • Eğer PSP'niz Japonya çıkışlıysa benimki gibi System Settings içerisinde Character Set'e gelip bunu US yapmanız gerekiyor.
  • PSP UMD auto start off durumda olması gerekiyor.
  • PSP'ye ne şarj adaptörü, ne USB kablosu ne PSP! Go cam (kamera) ne GPS , ne de TV Tuner takılı olması lazım. USB girişi boş olacak yani.
Yukarıdaki saydıklarımdan biri yada birileri eğer varsa PSP donup kalacak, hoparlörden çıt diye bir ses gelecek ve makine kendini yeniden başlatacaktır.

Chicken Hen yapmak işi biraz zor ve nazlı görüneceği üzere. Memory Stick üzerindeki kurulu programlar da etkileyebiliyor bu dosyayı. Bu nedenle formatlamak gerekebiliyor. Ben şöyle bir çözüm buldum :

2 adet memory stick var elimde. Birisini normal oyunlar için kullanıyorum. Diğeri düşük kapasiteli, içinde hiçbir şey yok. Sadece Chicken Hen R2 ve CFW yükleyici var. Bir kere oluşturdum ve bozulmasın diye de dokunmuyorum. Böylece bilgisayar başında değilken PSP kilitlenir yada şarjı biterse yeniden CFW kurma şansım olabiliyor.



Street Fighter serisine hayranlığım zaten ayrı bir başlık konusu, senelerdir bizi peşinden koşturan Capcom'a teşekkür ederim :)

Oyunun PC'de çıkmasıyla birlikte adam gibi oynama fırsatım oldu sonunda. Oyun salonlarında gürültü içinde, terleye terleye oynarken bir şey anlamıyor insan. Oyunu oynarken ilk dikkatimi çeken şey oyundaki müzikler oldu. Capcom'un oyunlarına bu konuda çok önem verdiği bilinen bir gerçek. SF4'de bundan aşağı kalmamış, tek kelimeyle enfes müzikleri var.

Onimusha, Chaos Legion gibi oyunların müziklerini yapan Hideyuki Fukasawa SF4'ün güzel müziklerinin arkasındaki kişi. Aynı zamanda Japonya'da meşhur Exile isimli bir grup da giriş müziğini yapmış. Albümü piyasada bulunabilir durumda şu anda. Albüm 2 CD'den oluşuyor ve içinde bölüm müziklerinin yanı sıra belirli karakterlerin de tema müziklerinin yeniden yapılmış halleri var. Özellikle Guile temasını çok beğendim. Albümde ayrıca bir sürü ekstra da var, mesela SF4 tema müziğinin orkestral versiyonu gibi.

Haftalardır dinliyorum, daha sıkılamadım, özellikle spor yaparken, dağ bayır koşarken çok güzel eşlik ediyor bana.

Wiki Hideyuki Fukasawa



1995 yılında mp3 ile tanışmamdan sonra ilk mp3 çalar olarak piyasada bulabildiğim program winamp olmuştu. Benim o zamanlar kullandığım gariban 486 dx2/66 makinemde bile, iyi kötü mp3 çalabiliyordu. O zamandan bu zamana artık bilgisayarların standart programlarından biri oldu winamp.

Yapımcısı Nullsoft programın haklarını AOL'e sattı, adamlar böylece zengin oldular :) 2,3 ve 5 isimli 3 farklı versiyon sürüldü piyasaya. Her versiyon programı büyüttü, yeni özellikler ekledi. Bazı profesyonel özellikleri paralı hale getirdi. Ben winamp kullanırken bazı basi işlemler için halen 3. parti programlar kullanmak durumda kalıyordum. Mesela internet radyosundan birşeyler dinlerken bu yayını kayıt etmek için goldwave yada mp3lerin bitratelerinini düşürmek için mp3 converter yazılımlarına ihtiyaç oluyordu.

Winamp tek başına bir çözüm olarak yetmiyordu ve boşu boşuna dünya kadar yer işgal ediyordu..Taki AIMP'i görünceye kadar...

Sadece 6 mb ve 6mb ile sunduğu özellikler ile winamp'i silmemi sağladı. Yukarda yazdığım gibi, online yayını silme, dosyaların tiplerini yada bit oranlarını değiştirme, dinamik çalma listeleri, az kaynak tüketimi gibi pek çok güzel özelliği var. Ayrıca tamamen beleş! Yeni gözdemiz AIMP.

Her haftasonu, özellikle pazar akşamları televizyonda acaip kılıklı insanlar beliriyor ve bu insanlar garip bir uslüp ile futbol konuşuyorlar. Ve bu konuşmaları, tavırları, yabancı bi insan görse memleketin en önemli meseleleri konuşuluyor sanır. Sanki bilmem ne takımının hocası 12 numaralı santraforun kanadını değiştirse ülkede işsizliğe çare olacak. Hayat memat meselesi gibi futbol tartışan bu adamlara uyuz oluyorum arkadaş!

15.08.2009 07:53
Sanırım EA'dı, yanlış olmasın, Budokan isimli bir oyun sürmüşlerdi piyasaya. Sene 1991'di sanırım, pclerin C64 ve Amigaları tuşa getirdiği zamanlardı ve vga denen şey yeni çıkmıştı piyasaya. 16 renk esiri ben 256 renkli pc ekranlarını ve Budokan isimli o oyunun harika grafiklerini hayran hayran izliyordum. Arkadaşlarımda gördüğüm ve çok oynama fırsatı bulamadığım bir oyundu, kendisiyle gerçek tanışmamız kendi PC'mi aldığıdma oldu ve deli gibi oynamaya başlamıştım.

Oyunda 4 farklı Japon savaş sanatını dojolarında öğrenip, hepsinde ustalaştıktan sonra turnuvaya katılıyorduk. Turnuvada rakiplerimiz sırayla geliyor, biz de elimizdekilerle Allah ne verdiyse dalıyorduk onlara. Elimizde Karate, Nanchaku, Do ve Kendo vardı.

Evet Kendo ile tanışmam bu oyun vasıtasıyla oldu. Tabi bilgisayar oyununda adamın tekinin başka birini sopayla dürtükleyip dövmesinden başka bir şey ifade etmiyordu bana ama nasip büyüyüp de Bilkent'te çalışmaya başlamamdaymış. Cyberpark'da çalışırken bir iş için kampüslerden birine gitmiştim ve orada duvarda asılı olan ilanı gördüm. "Kendo yapmak ister misiniz ?" Bir sporu yapmak zaten istiyordum ama Kendo tek kelimeyle kişiliğimdeki eksik lego parçasıymış. İlanı görür görmez bir flashback, bir flashforward, hemen başlamak için karar aldım. Neticede Bilkent öğrencisi değildim ama Cyberpark personeli tüm imkanlardan yararlanabildiği için sorun olmadan antremanlara başladık. Ankara üniversite aracılığıyla Türkiye'ye ilk gelen Sensei Mitsunuri Matsumura (7. Dan) bize Bilkent'te Kendo öğretmeye başladı. İlk olarak çok yabancı gelmişti, elimde bambudan yapılma sopalar, sürekli aynı hareketler, sürekli ayak sürüme, yer silme, bağırma... Sonradan Kendo ve esasen Budo felsefesinin derinlerine inince aslında işlerin hiç de yüzeysel olmadığını anladım.

80'lerdeki video kaset furyasını yakalamış birisi olarak o zamanlarda çevrilmiş 3. sınıf ninjalı, samuraylı filmleri hatırlıyordum da, bizim Cüneyt Kara Oğlan olarak daha iyi iş çıkarmış bence :). Ninja da , Samuray da aslında görünenin çok ötesinde olan şahıslar. Şöyleki :

Samuray sınıfı Japonya feodal düzenindeki imtiyazlı asker sınıfını temsil ediyordu. Samuray, kelime olarak efendisine hizmet eden demektir hatta. Feodal düzenin en son ortadan kalktığı ülkelerden biri olarak Japonya bu konuda gerçekten çok gelişmişti. Samuraylar efendilerine mutlak bir sadakatle bağlı, Bushido denen ahlak kuralarını takip eden, Zen Budizmine inanan savaşçılardı. Sürekli eğitim, sürekli gelişme onlar için bir idealdi. Hayatları kendilerinde değil, efendilerine aitti ve yaşamlarına da ölümlerine de efendileri karar verirdi. Yani bir samuray kafasına estiği gibi seppuku (harakiri, karın yarma) yapamazdı.

Bushido (savaşçının yolu), Budo kültürüyle eğitim almış olan bu savaşçıların takip ettiği bir ahlak kuralları bütünüydü. Temel olarak 7 ana düstur üzerinde durulmuştur.

Doğruluk
Cesaret
Hayırseverlik ve Cömertlik
Saygı
Dürüstlük
Onurlu Yaşamak
Sadakat

Asırlar boyunca yazılan kitaplar ve bu kültüre etkisi olan bir çok insan tarafından gelişen Bushido en nihayetinde sürekli savaşların yaşandığı Japonya'daki savaşlara ve savaşçı sınıfa bir takım kurallar getirmiştir. Yamamoto Tsunetomo : Hagakure ve Musashi Miyamoto : Ni-Ten Ichi Ryu bu konuda kaleme alınan eserlerden bazıları.

Bu başlıkların her birisi aslında birer ansiklopedi içerecek kadar derinlikte bilgiler barındırıyor fakat esas konumuz Kendo olduğu için bunları geçiyorum.


Kendo'nun doğumu bu samuray sınıfının eğitim ihtiyacı ile başlar. Katana (samurayların kullandığı çok keskin, eğimli kılıç) ile eğitim yapılamayacağı için ona benzetilen tahta kılıçlar(bokuto yada bokken) kullanılıyordu. Fakat bu kılıçlar dahi sakatlanmalara hatta ölümlere sabebiyet verebiliyordu. Bir yandan samurayları kılıç kullanımı ve savaç teknikleri konusunda eğitmek, öbür yanda onları muhtemel yaralanmalardan korumak için koruyucu elbiseler ile eğitim verilmeye başlandı. Zaman içinde dojolarda elbiseler önce gövde, sonra kollar ve en sonunda baş dahil tüm vücudu kaplar oldu. Eldeki bokkenler bambudan yapılmış shinailere (bambu kılıç) dönüştü ve günümüzde kendo dediğimiz şey ortaya çıktı.

Kendo'nun kaba hatlarının ortaya çıkışı 16.yy'a kadar gider. Fakat Kendo'nun esas popülerleşmesi Samuray sınıfının ortadan kaldırılması ve kılıç taşınmasının yasaklanmasıyla başladı. Hayatları boyunca savaşmaktan başka bir şey yapmamış bu kadar insan birden işsiz kalınca ciddi bir sorun baş gösterdi. Kimileri ticaret yapmaya başladı, kimileri haydutluk yaptı, kimileri de efendisiz kalınca Ronin (efendisiz samuray) oldu ve kendi canını aldı. Bu tehlikeli sınıfa kendi Dojolarını açma ve orada kılıç kullanma sanatını öğretme fırsatı verildi ve böylece karınlarını doyurabilecekleri bir geçim kaynağı sağlanmış oldu. Kılıç kullanma sanatını öğrenmeye hevesli öğrenciler bu dojolarda kendo eğitimi almaya başladılar. Günümüze kadar olan sürede kendoda fazla bir değişiklik olmadı. Şu anda Japonya'da Kendo Federasyonu, Amerika ve AB'de kendi Kendo federasyonları çatıları altında kendo hayatını sürdürüyor.

Ülkemizde'de 2004 ylından buyana epey bir mesafe alınmış durumda. Uluslararası karşılaşmalara katılan bir milli takımımız bile var. Genelde büyük şehirlerde birer ikişer dojolar açılmakta ve kendo eğitimi verilmekte. Ben Ankara'daki ANKEN Budo Kulübüne üyeyim. Ankara bizimkinden başka dojolarda var tabi.

Kendo'ya biraz daha yakından bakmak...


Kendo temelde samurayların aldığı kılıç eğitimin bir benzeri, fakat sadece kılıç ile değil, disiplin, sabır, dayanıklılık, ruhsal ve bedensel güç ve en nihayetinde kendisi ile müdadele vererek kişi eğitiliyor. Dojo denilen mekanlarda kendo eğitimi veriliyor. Aslında anavatanında her sanatın bir okulu yani dojosu varken biz ülkemizde spor salonlarını kullanıyoruz şimdilik. Kendo alta hakama ve üste gi giyilerek, ayaklar çıplak olarak yapılıyor. Zamanla ilerleyip bogu (zırh) giymeye başlayınca başı koruyan (men), gödeyi koruyan (do), elleri koruyan eldiven (kote) ve beli koruyan (tare) de giyiliyor ve antremanlar bu şekilde yapılıyor. Kılıç olarak kullandığımız bambu sopanın adı shinai. Kılıcında bir ruhu olduğuna inanıldığı için kılıcı gösterilen saygı shinaiye de gösteriliyor. Bambudan yapıldığı için hafif ve esnek bir yapıda olan shinai yinede çok sert kullanıldığında can yakabiliyor.


Kendo yapmaya başlayanlar ilk olarak temel ayak hareketlerinden başlıyor. İlk antremanlarda ayakları sürümek, ayak hareketleri, ayak ile el kordinasyonu üzerine çalışıyorlar. Daha sonra vuruşlar öğretiliyor. Temel vuruşları ve temel hareketleri tekrar tekrar çalışıyorlar. Genelde 3-4 aydan sonra, bu eğitimler iyice oturduktan sonra ve Senseinin de talimatıyla Kendokalar bogu giymeye başlıyor ve eğitimlerine bogu ile devam ediyorlar. Bunların yanında kendo katalarını da öğrenmeye başlıyorlar.

Kendoka Kendo'da ilerledikçe karşılaşmalara çımaya başlıyor. Maçlar genelde 2 sayıyı alan kazanır kuralıyla yapılıyor ve 3 hakem tarafından izleniyor. Ippon yani sayı olabilmesi için vuruşun düzgün ve güçlü bir şekilde yapılması, tam yerine gelmesi ve vuruş sonrasında kesişin manevi hissiyatını vermek için yapılan zanshinin doğru yapılması gerekiyor.

Kendo'da dereceler 8-1 arası KYU (1 en yüksek) ve 1-8 arası DAN (8 en yüksek) şeklinde sıralanıyor. Kendoka zamanı geldiğine inandığında kyu sınavına girerek ilk derecesini alıyor ve bundan 3 ay sonra da dan sınavına girebilmeye hak kazanıyor. Kendo'da derece almak diğer savaş sanatlarının aksine çok zordur. Özellikle 3. dan ve sonrasında artık gerçekten insanlar tüm varlıklarını ortaya koyarlar. 8. Dan sahibi 250 kadar Kendo hocası var dünya üzerinde. Sanırım bu bir fikir verir.

Japonya'da çocuk yaştan itibaren kendo yapmaya başladıkları için vücut kasları ona göre şekilleniyor. Bizim gibi ileri yaşlarda bu işe başlayan insanların daha önce hiç yapmadıkları bir şey olduğu için ilk zamanlarda vücudu oldukça zorlayabiliyor. Özellikle sıcaklarda zırh giymek ve antreman yapmak 2 litreye yakın su kaybetmek demek oluyor :)

Kendo'nun en sevdiğim yanı insanda bağımlılık yapması. Bir kere başladıktan sonra artık bırakmanın imkanı yok. Bir antremanı bile kaçırınca insan hemen eksikliğini hissediyor.

İnsana neler katar ?

İlk olarak temel uzak doğu savaş sanatları felsefesinde olduğu gibi aklı eğitimek için önce vücudu eğit düsturu kendoda da geçerli. Yani kişi aslında en büyük mücadeleyi kendisiyle vermekte ve kendisine galip gelmeye çabalamaktadır.


Bunun haricinde insana dikkat, hızlı tepki verebilmek, hızlı refleksler, strateji geliştirebilme, rakibi doğru okuyabilmek gibi hasletler kazandırıyor. Ayrıca kondisyon ve beden disiplini kendo yapan birisinin sahip olduğu özelliklerden sayılabilir.

2005'den buyana kendo yapıyorum. Japonya'ya kadar gidip orada sınava girip 1. KYU derecemi bile aldım. İnşallah DAN sınavına da girip, bu yolda ilerlerim.

Kendo konusunda daha fazla bilgi almak için http://www.kendo-turkiye.com/ adresine bakılabilir. Ayrıca Ankara'da bu işe meraklı insanlar için dojomuzun sitesi http://www.ankenbudoclub.org . Sadece izlemek için bile gelebilirsiniz :)

3.8.2009 19:23
Eski blogumdaki airsoft sayfası google aramalarında başta çıktığı için epey popülerdi. Günlük en az 100 sayfa hiti alıyordu. İnsanlar airsoft ne olduğunu anlamak için internete giriyorlar ve neredeyse hiç Türkçe kaynak yoktu o zamanlarda. Şimdi siteler var, forumlar var, epey bir birikim oldu çok şükür.

Nedir bu Airsoft?

Şimdi nedir airsoft? Çocukların ellerinde gördüğümüz boncuk atan silahların çok daha gelişmiş ve profesyonel olanlarına bir airsoft yada soft air silah diyoruz. Attıkları plastik mermilerin adı BB ve teknik olarak oyuncaklarıyla bir farkı yok. Fark sadece hızlarında ve atış şekillerinde. Ortalama bir airsoft silahı saniyede 300 feet (80 m.) hızla bu BB denilen mermiyi atabiliyor. Silahlar mermi atmak için sıkıştırılmış hava yada gaz kullanıyolar. Barut yerine bu basınçlı hava yada gaz BB'yi namludan atmak için kullanılıyor.

İnsanlar bu silahlarla ve gerçek askeri ekipmanlarla takımlar kurup, dağda, bayırda, eski fabrikalarda, vs. yerlerde karşılıklı bu oyunu oynuyorlar. Çeşitli oyun tiplerinden o andaki sayıya, duruma göre seçip, senaryorlar üzerinden karşılaşmalar yapılıyor. Kullanılan silahların oyuncak olması dışında airsoft tamamen ciddi ve askeri disiplinle yapılan bir spor. Koruyucu ekipmanlar, kurallara riayet bu işin olmassa olmazları. Mesela yakın mesafeden asla ateş edilmez yada güvenli bölgede asla ateş edilmez gibi.

Airsoft Silah Tipleri

Şimdi silahlar bu oyunun temeli olduğuna göre yakından bakalım. Silahlar benim bildiğim kadarıyla 4 çeşit.

AEG'ler : Automated Electric Gun yani Otomatik Elektrikli Silah. Adından da anlaşılacağı gibi bu silahlar elektrikli yani pilli olarak çalışıyorlar. Temel olarak anlatmak gerekirse silahın içinde gücünü pilden alan bir elektrik motoru vardır ve bu motor her atışta bir miktar havayı içinde sıkıştırıp bir anda salarak oluşan basınç ile BB'yi namludan dışarı atar. Piyasadaki airsoft silahların pek çoğu bu modeldir. Genelde hızları 200-400 FPS (feet per second, saniyedeki feet) civarındadır. Pilli bitince şarj etmek gerekmektedir.

Gaz ile çalışanlar : Gazlı modellerde basınç oluşturmak için elektrik motoru yerine şarjördeki basınçlı gaz kullanılır ve her BB atımında bir miktar bu basınçlı gaz kullanılarak itme gücü yaratılır. Gaz bittiğinde hazneye yeniden gaz doldurulur. Aynen paintball silahlarında olduğu gibi çalışır aslında. Airsoft silahlar arasında en güçlü olanlar bu kategorideki silahlardır. Genelde tabancalarda kullanılıyor fakat Tüfek tipi gazlı silahlarda piyasada var.

Yayla çalışanlar : Havayı sıkıştırmak için elektrik motoru değilde elle kurulan bir yayın kullanıldığı airsoft silahlarıdır. Bunlar aslında piyasada ucuza satılan oyuncak modellerle aynı mantıkta çalışıyorlar. Yaylı silahlar genelde tek atımlık oldukları için keskin nişancı tüfeklerinde kullanılıyorlar. Tokyo Marui G18 gibi bazı yaylı modellerde 3 atımlık atış modları olduğunu da ekleyim.

Özel Yapımlar : Bu silahlar kişilerin kendi kafalarına göre yaptığı yada modifiye ettiği silahlara denk düşüyor. Bazı insanlar hayal güçlerini kullanarak gerçekten çok uçuk şeyler yapabiliyor. Mesela bir videoda adamın tekinin çok az barutla özel bir mermi kovanı yapıp ucuna da BB yerleştirdiğini görmüştüm. Bu silahlar zaten karşılaşmalarda pek kullanılmıyor, fantezi amaçlı olarak kalıyorlar.

Silahların neredeyse tamamı gerçek hayatta kullanılan silahların birebir aynısıdır. Hatta çoğu kaliteli airsoft silahta full-metal ibaresini görmek mümkün. Elinizde aldığınızda silahı gerçeğinden ayırmak mümkün değil. Eğer o silah piyasada var, mutlaka full metal versiyonlu bir airsoft modeli de vardır. Pek çok insan sadece model olarak kullanmak için bile airsoft silah satın alıyor, bunu belirteyim. Ayrıca replika silah olarak sinemada, televizyonda çokca kullanılıyorlar.

Nereden Alınır ?

Peki nereden alınır ? Güzel bir soru, aslında pek fazla seçenek yok malesef. Ülkemizde yeni bir şey olduğundan ve yeni yeni yaygınlaşmaya başladığından yasal bir düzenlemesi yok henüz. Tek kaynak yurtdışı şu anda. Yurt dışından gerçek silah getirmek air soft silah getirmekten kat kat kolay. Ama airsoft silah ithal etmeye kalkan birisinin başına gelmedik kalmamış mesela.

Genelde airsoft silahların iki adresi var. Amerika ve uzakdoğu. Ülkemize giren airsoft silahların büyük çoğunluğu Kore, Tayvan, Japonya gibi ülkelerden geliyor. Bu ülkelerdeki markalar da zaten en iyileri. Internet üzerinden airsoft alış veriş siteleri vasıtasıyla sipariş veriliyor ve elimize ulaşması için dua ediliyor. Duanın sebebi şudur efendim, olabilecekleri yazayım ben.

İnternet üzerinden bir online airsoft sitesine girilir ve kredi kartı ile bir silah sipariş edilir. Muhtemel senaryolar :
1. Silah kapınıza kadar gelir, kimse soru sormaz, siz de kurcalamassınız.
2. Silah fiyatından dolayı gümrüğe takılmıştır. Gidip %20-%40 arasında bir ücret ödeyerek paşa paşa silahınızı alırsınız ve evinize gidersiniz.
3. Silah gümrük memurunun iş güzarlığı sonucu gerçekten tehlikeli bir şey sanıldığından gümrüğe takılmıştır. Bu durumda gidip memuru ikna etmeniz lazım. Eğer oyuncak olduğuna ikna olursa ne ala, olmassa silahı bi dilekçeyle birlikte emniyete gönderiyorlar ve oradan olurluk raporu istiyorlar. Emniyet de silahı inceliyor ve tehlikesizdir şeklinde bir yazı ile size teslim ediyor. Ama tabi burada yazdığı kadar kolay olmuyor bu işler. Bürokrasi ülkemizde ne kadar ağır işliyor, yazılar kurumlar arasında ne kadar geç gidiyor biliyoruz. Bazı insanlar "Aman üstad kalsın!" deyip bu silahlarından vaz bile geçtiler bu yüzden.

Ben kendi silahlarımı Japonya'dan getirdim. Bavuluma koydum, Japonya'dan çıkarken elimdeki boş kutusuna oradaki güvenlik baktı sadece. Bavulumda olduğunu söylediğimde bir sorun çıkmadan geçtim. Türkiye'ye geldiğimde de bir sorun çıkmadı. Sanırım ben şanslıydım. Farklı bir olay da Tayvandan p90 sipariş eden bir arkadaşın başına gelmiş. Sanırım gümrük memuru aleti silaha benzetememiş olacak ki (haksız da değil aslında) direk onaylamış ve eline kadar gelmiş.

Markalar
Markalardan da biraz bahsedelim. Piyasada isim yapmış bir kaç marka var ve bunların genelde tüm modelleri gözü kapalı alınabilir oluyorlar. Piyasaya yeni yeni giren bazı Çin malı silahlar da var ve içlerinde kaliteli olanlar da var. Ama şu ülkemizde heryerde satılan M83 double eagle, m85 double eagle'dan bahsetmiyorum. Ben sadece yanındaki parçalar için aldım bir tane :)
Tokyo Marui : Adından da anlaşılacağı üzere Japonya kökenli bir marka. Sadece Japonya'da üretiliyor ve yine sadece Japonya'ya satılıyor. Ama bazı satıcılar Japonya'dan alıp, tekrardan insanlara satıyorlar. Biz de bu şekilde alabiliyoruz. Genel olarak AEG üretiyorlar ama gazlı ve yaylı modelleri de var. Airsoft haricinde soft air isimli bir modelleri de var. Bu daha çok çocuklar için geliştirilmiş kaliteli yaylı silahlardan oluşan bir alt kategori. Çok kaliteli airsoft silahlar üretiyorlar. Kaliteleri, bolca bulunan yedek parçaları ve modifiye setleri ile ilk tercihlerden biri olabilir.
Web sitesi : http://www.tokyo-marui.co.jp/ (Japonca ama google translate kullanabilirsiniz)
Classic Army : Gerçeğine çok yakın replikalar üreten bir şirket. O kadar ki bir AK-47'lerini elime aldığıdımda resmen irkildim, ahşap ve çelikten yapmışlar, güzelce de eskitmişlerdi bazı bölümlerini. Markanın özellikle tüfekleri öne çıkıyor ve mekanizmaları ile kalitelerini belli ediyorlar. AEG ve gazlı modelleri mevcut piyasada. Tanınmış bir marka olduğu için yedek parça ve modifiye için sorun yaşanmıyor pek. Bu markada gözü kapalı alınabilir.

Web sitesi : http://www.classicarmy.com/

Maruzen : Genelde gazlı airsoft silahlar üreten bir firma. Bazı özel yapım modelleri de mevcut. Tabanca üzerine yoğunlaşmışlar sanırım çünkü hiç tüfek satıldığını görmedim. Tabacanları da son derece kaliteli ve güçlü olan bir marka.

Web Sitesi : yok sanırım, bulamadım ben :)

Jingong : Çin kökenli bir firma orta kalitede airsoft silahlar üretiyor. Yelpazeleri son derece geniş. Ve kaliteyle orantılı olarak fiyatları da uygun. Ama model model incelemek ve alınacak modelin incelemesi mutlaka yapılarak satın alınmalıdır bence. Bazır modelleri gerçekten çok dandik olabiliyor.

Web Sitesi : Yok, yazık :)

CYMA : Çin'li başka bir firma, orta ve üst kalitede airsoft silahlar üretiyorlar. Pek bilgi sahibi değilim kendileri hakkında, piyasada da pek bulunmuyorlar zaten.

Web Sitesi : tahmin edin.

Bu bahsi geçen markaların sayısız modeli mevcut. Popüler silahları neredeyse hepsi üretiyor. Yani bir H&K MP5 yada Baretta 92FS markaların çoğunda bulunabilir. Ama farklı kalitede ve farklı fiyatta olacağından modeli belirledikten sonra markalara göz atmak gerekiyor. Mesela Tokyo Marui'nin Uzi'si pek iyi yorumlar almazken Classic Army Armalite Uzi yere göğe sığdırılamıyor.

Tabanca ve tüfek haricinde, keskin nişancı tüfeği, pompalı tüfek, bomba atar, mayın, makineli tüfek, el bombası ve hatta mini gun türü airsoftlar bile var. Ayrıca silahlara akla gelebilecek hertürlü aksesuar da üretiliyor. Keskin nişancı dürbünü, kırmızı nokta vizörleri, lazer nişangah, taktik fener bunlara örnek. Askeri ekipmanlarda çokca kullanılıyor, mesela kamuflajlı elbise, balistik koruyucu gözlük, diz ve dirsek pedi, dürbün gibi. Bu işi ciddi ciddi oynacak olan kişi için sınır yok yani :)

Güvenlik


Oynarken en azından koruyucu gözlük takmak şart. Çünkü yuvarlak ve plastik de olsa mermiler göze geldiğinde kalıcı tahribat yapabilir. Ayrıca çıplak tene geldiğinde de canı çok acıttığı için genelde koruyu giysi yada en azından kalın bir giysi ile oynamakta fayda var. Onun haricinde son derece güvenli ve zevkli bir spor.

İnsana Ne Kazandırır ?

Bu aslında insana göre değişen bir durum ama ben şahsım adına konuşmam gerekirse bana kattığı şeyleri şöyle özetleyebilirim. Takım halinde çalışma becerisini geliştiriyor. Hızlı düşünme ve kara verme, sürekli strateji geliştirme halinde olduğu için kafa da çokca çalışıyor. Silah kullanma isteğimi tatmin ediyor. Vücudu hat safhada çalıştırdığı için egzersiz olarak da görebiliriz.

Takımlar

Ben 2005 yılında bu oyunu arkadaşlarımla oynamaya başladığımda daha ortada hiçbir şey yoktu. Bizden başka bu işi bilen birilerinin varlığından bile haberdar değildik ama yıllar geçtikçe baya bir gelişme oldu ve ülkemizde büyük şehirlerde çeşitli takımlar kurulur oldu. Bizim takımımız malesef arkadaşların özel hayatları nedeniyle dağıldı ve şu anda kendime bir takım arıyorum. Aslında daha güzeli yeni bir takım kurmak istiyorum. Airsoft ile ilgili forumlar bu sporu yapan insanlarla tanışmak için ideal mekanlar.

Silahlarım (Armory (: )



Shun Yang isimli pek duyulmamış bir Çin'li firmanın ürettiği Sig Sauer P226. Gazla çalışıyor ve orta kalitede bir tabanca. Full metal aksamlı ve 290 FPS hızında atış yapabiliyor. Gazlı olduğu için blowback yani geri tepme hareketi var, mekanizması aynen gerçek silahlarda olduğu gibi çalışıyor.









Tokyo Marui SoftAir Glock 17. Bunu Japonya'da aslında yanlışlıkla aldım. Fiyatı çok ucuz gelmişti ve direk atladım. Fakat yaylı silah olabileceğini hiç düşünmemiştim :) Yaylı ama yinede metal aksamlı olduğu için kaliteli ve güzel bir yedek silah olarak işini iyi yapıyor. Hızı 190FPS civarında ve pil bitmesi yada gaz tükenmesi gibi bir derdi yok :)













Shun Yang'ın boş ve mekanizmanın kilitli durumdaki hali.
























Tokyo Marui MP7A1 AEG , bu silahın gerçek hayatta da hastası olmam onu almamdaki en büyük etksen aslında. Bir yandan da hem tabanca hem de tüfek olarak kullanılabilmesi çok avantajlı. Genelde komuta yada ileri gözcü tipinde oynadığım için hız ve manevra benim için önemli. Bu silah da tam bu iş için üretilmiş. Hızlı koşarken, atlayıp zıplarken, sürünürken hiç problem çıkartmıyor ve neredeyse normal bir tüfek kadar tesirli. Tek ve tam otomatik modu var. Resimdeki hali tüfeğe dönüşmüş şekli. Dipçik kapanıp, gez ve arpacak indirilip, kavrama kolu kapatılıp tabanca moduna çevrilebiliyor.



















Bu da kompakt yani tabanca hali. Silah full metal ve mekanizması da komple metal.


















Airsoft ile ilgili linkler

Ülkemizde bu sporla ilgilenen insanları kurdukları siteler ve forumlar var, linkleri aşağıdadır.

Wikipedia Türkçe Airsoft tanıtım sayfası

Airsoft Turk Forumu : Bir sürü yeni insan geliyor ama takımlar kendi içlerinde çok kapalılar. Yabancılar pek sevilmiyor yani :)

HS Airsoft
: Airsoft hakkında akla gelebilecek her türlü soru ve cevap burada var. Bu işi profesyonel olarak yapan insanlar tarafından kurulmuş bir mekan.

Airsoft Turkey : Adı üstünde :) İlk kurulanlardan.


Umarım bu hazırladığım dosya bu işe meraklı olanların işine yarar. Takım kurmak yada ayrıntılı bilgi almak için benimle temasa geçebilirsiniz.

01.08.09 - 02:26
Siz de benim gibi e-kitap okuyan insanlardansanız lit uzantılı dosyaları mutlaka görmüşsünüzdür. Lit, microsoft'un kendi reader programı için geliştirdiği garabet bir format. Sadece kendi programları açabiliyor ve o programı da şu anda bulma şansınız yok. Özellikle cep telefonu, pda, psp gibi cihazlarda kitap okuyorsanız lit dosyaları tamamen kullanışsızdı... Ta ki bu programı buluncaya kadar.

ABC Amber LIT Converter ,Bu program ile lit uzantılı dosyaları pdf dahil 10 farklı formata çevirebiliyorsunuz. Bedava, güzel ve yarayışlı bir program.

Buradan İndirebilirsiniz

Askere gitmeden önce yaklaşık 7 sene kadar özel sektörde çalıştım. Bir yandan da okuduğum için aslında hayat pek kolay yürümedi. Yaptığım iş tam zamanlı bilgisayar programcılığı, okuduğum okul da uzaktan bilgisayar mühendisliği olunca uykusuz günler ve geceler ile geçti yıllar. Çok iyi hatırlıyorum, cep telefonuma ders notları atardım otobüste ve metro geçen vakti değerlendirmek için, yada ders notların çıktılarını ayakta yolculuk ederken okumaya çalışırdım. Eve geldiğimde genelde saat 21'i geçerdi ve derse gir, yemek ye, ders çalış derken yatmam 1-2'yi buluyordu. Sabah da 6:30'da ayakta yine...

Çok yoğun ve zor şartlarda çalıştım son bir kaç sene. Artık ne zaman eve gideceğim, ne zaman şirketten arayacakları belli değildi. Bunca eziyetten sonra artık askerden sonra devlette çalışmak gibi bir fikir hasıl oldu bende. Çalıştığım şirketlerde yaptığımız projeler genelde devlet kurumlarınaydı ve oralarda işler nasıl yürüyor az çok biliyorum. Malesef bilgi işlemciler konusunda çok iyi şeyler söyleyemeyeceğim, bir kaç kurum hariç ortada ne bilgi var ne de işlem. Bir kaç kurumda da aslında genel durumun tam aksine süper bir ortam yaratmışlar ve insanlar özel sektör gibi çalışıyorlar.

Ben de devlette çalışmak istedim önce. İlk olarak aklıma takılan soru şu oldu. Orada ne iş yapabilirim ? Bunca bilgi, beceri ve tecrübe eğer heba olacaksa, boş boş işlerle uğraşacaksam buna tek kelimeyle yazık denir. Bu nedenle iyi bir kurumda işe girmek lazım diye düşündüm ve ilk engele takıldım...KPSS...

Sanırım çıkış noktası olarak dayısı olan, amcası olan burada çalışıyor olayını ortadan kaldırmak KPSS yani devlette personel alımındaki haksızlıkları ortadan kaldırmak. Fakat diğer yanda başka bir engel koyuyor insanın önüne. Ben 28 yaşında bir bilgisayar mühendisi olarak kendi alanımdaki yenilikleri ve gelişmeleri takip edebilmek için zaman bulamazken bir de üzerine oturup tarih, coğrafya, matematik ve geometri gibi çok alakasız şeylere çalışmak zorundayım. Ve de bunlara sadece çalışmak yetmiyor, çok çok iyi yapmak da gerekiyor. Kurumlar genelde 85 puan ve üzerinde eleman alıyorlar.

Bir kuruma mühendis alıyorsunuz ve ona tarih, coğrafya, geometri soruyorsunuz ve daha sonra da adamdan kendi alanında çalışmasını bekliyorsunuz. Peki, başka bir soru, hasbel kader bitirdim okulu, alanımda hiç bir şey bilmiyorum (ki çok zor değil, tesadüfen mezun olan bir sürü insan var üniversitelerden) ama KPSS'ye deli gibi çalıştım ve iyi bir kurumda işe başladım. Benden istenenleri yerine getirebilir miyim ? Tarihi, coğrafyası mükemmel bir bilgisayar mühendisinin bu kuruma ne faydası var ?

Bu sınav bana kalırsa tek kelimeyle garabet bir şey.

Hoş bazı kurumlar kendi sınavlarını yaptılar, onların sınavlarını da gördük. Çok fazla insan gireceğini tahmin ederek sınavı çok zor yapmak istemişler ve becerememişlerdi. Gülerek baktım sorulara, ingilizcemin çok iyi olmasına rağmen soruları anlamayadım.

Sanırım burada genel problem devlette çalışmanın insanların gözünde hazine bulmak gibi bir şey olduğu. "Hele bir devlet memuru ol da gerisi kolay." Bu sözü çokca duydum ben ve sanırım bu zihniyet kolay kolay da değişmez.

Buradaki benim kızdığım şey iyi bir mühendis olmam, alanımda başarılı olmam ve ne yaparsam yapayım, hiç bir zaman devlette bir iş bulamayacak olmam. Sanırım bunun gibi pek çok küçük problem hallolsaydı hala arabaya %29 ötv, cep telefonuna %25 bilmem ne vergisi ödemezdik. Bir gün bütün bu haksızlıkların düzelmesi dileğiyle...

Yıllardır istemeye istemeye kullandığım, işim gereği de bir türlü kopamadığım bu MS en sonunda ve yine yapacağını yaptı. Live! Space'imi o kadar kullanışsız hale getirdiki artık içimden orayı açıp da bir şeyler yazasım bile gelmiyordu. Artık yazılarıma burada devam etme kararı aldım ben de.

Microsoft'un Klasik Berbat Etme Prosedürü

1. Çok orjinal ve kimsenin aklına gelmemiş bir fikir bulunur.
2. Bu fikir minimal ölçülerde ve kimseyi zorlamayacak bir projeye çevrilir ve insanların beğenisine sunulur.
3. Proje çok tutar ve insanlar kullanmaya başlarlar.
4. Proje popülerleştikçe yeni ve anlamsız özellikler eklenmeye başlanır.
5. Bu özellikler ürünün kendisini kat ve kat aşar.
6. Ürün orjinal özelliğini kaybeder ve eklentileriyle şişmiş, kullanılamaz, hantal bir yapıya bürünür.
7. Ve son :)

Malesef yıllardır olup biten bu ve bu adamlar bu yönde kendilerine bir ders çıkarabilmiş değiller. En bariz örnek Msn Messenger'ın ilk versiyonu 4mb iken şu ankini sistem tablasından çift tıklama ile bile 5 saniyede çağırabiliyoruz. Yada www.microsoft.com adresine gidip bilgi edinmek istediğiniz herhangi bir konuda bir arama yapın. Bakalım aradığınıza ulaşabilecek misiniz...

Kopamıyorum, evet, iş gereği... Şimdiye kadar çalıştığım her yer MS teknolojisi kullanıyordu. Bundan sonra da sanırım böyle gidecek. Yinede hayırlı bir işe vesile oldu ve burayı açmamı sağladı. Vatana ve millete hayırlı olsun :)